Erhan Tuncer - Deligözel, Bir Yadigar Ejder Kitabı
ERHAN TUNCER – DELİGÖZEL, BİR YADİGÂR EJDER
KİTABI[1]
“üçüncü
sınıf lokantalarda doyurur karnını
uyur üçüncü sınıf otellerde
üçüncü sınıf rollerde oynar
birinci sınıf yürekle-“
uyur üçüncü sınıf otellerde
üçüncü sınıf rollerde oynar
birinci sınıf yürekle-“
Hüseyin
Alemdar / Şair-Senarist
“Birçok
kimse onun durumuna düşmedi, çünkü kimse sinemayı onun kadar sevmedi” diyerek
başlıyor Erhan Tuncer, sinemamızın en tanındık ve buna rağmen adı o kadar da
bilinmeyen, hayat hikayesi ise adından daha az bilinen meşhur “üçüncü
adamlarından” Yadigâr Ejder’i anlatmaya başlarken.
Türk
Sineması deyince son dönemde gerek yurt içinde gerekse yurt dışında pek çok
farklı tür ve seviyede eser veren bir sinema akla geliyor olabilir. Sinemamız,
beşiğinden çıkmış bir çocuk evresini çoktan geride bıraktı. Ancak bu sinemanın
kökeni, Yeşilçam Sokağı’nın yollarına dayanıyor. O yollarda yürümeden, bu
temellerin üzerinde duran yapıya bakamayız.
Romantik
filmlerden aksiyon anlatılarına kadar geniş bir yelpazede filmler çıkarmış olan
Yeşilçam, bugün artık yok. Yok derken demek istediğim, o eski usul sinema artık
bitti ya da reddediliyor. Günümüzde ise bambaşka bir “profesyonel” sinema
anlayışı ile genelinde Batı sinemasına özelinde ise Amerikan filmlerine[2]
ve hatta “Adam Sandler sineması” diyebileceğimiz tarzda kolay yapımlara yönelme
var. Çünkü bunlar ucuz, kolay, garanti yapımlar. Formülleri basit,
getirecekleri kazanç aşağı yukarı belli. Sinema sanatı da artık “sinema endüstrisi” haline geldiği için
yapımlar da, fabrikadan çıkmış yeni araba kokusu taşıyan, ortalama performans
sergileyen filmler.
“Yeşilçam Sineması” diye
adlandırılan bu kavramın tepesindeki para babaları da muhtemelen aynı şeyleri
istiyor ve düşünüyorlardı: Para. Ancak bu
işin tepesinde değil de içinde bulunan kişiler için, bu sinema bir ruhtu.
Ekmeğini bölüşüyorlardı, emeğini gerçekleştiriyorlardı. Şimdiki sinemanın da
elbette emekçileri var ancak eski sinemanın emekçileri, örgütsüzlüğün ve
şimdiki profesyonel geçinenlerin itiraf edemedikleri sahip oldukları amatör
ruhlarının da etkisiyle bu işe gönül veriyorlardı.
Bu gönül
verenlerin en yüceleri de Erhan Tuncer’in de kitapta tanımladığı üzere “üçüncü
adam” olarak tabir edilen sinema sanatçılarımız. Kim bu sanatçılarımız?
Erhan
Tuncer, “…ama filmlerde kavga eden,
yumruk yediği an camdan çıkan, surdan düşen, jönün yerine ipte yürüyen,
duvarlara tırmanan sanatçılara ne diyecektik? Her filmde meyhaneciyi oynayan
Faik Coşkun’a, perdede göründüğü an ne yapacağını kestirip tedirgin olduğumuz Süheyl
Eğriboz’a, tüm bar sahnelerinde aynı kıyafetle gözüken ve sadece yapması
gerekeni yapıp perdede kaybolan Orhan Çoban’a ne diyecektik? Yüzlerini her daim
tanıdığımız ama isimlerini hep unuttuğumuz bu birbirinden renkli insanların bir
tanımı olmalıydı. Biz de buradan yola çıkarak, onlara “Üçüncü Adamlar” dedik.” diye
tanımlıyor.[3]
Sinemamızın isimsiz emektarları olan bu sanatçılarımızın her birinin bir adı
var ancak sinema izleyicisinin genelinde olan yıldız hayranlığı dolayısıyla, o
yıldızların ardında parlayan diğer yıldızları göremeyen bizler, bu insanların
isimsiz kalmasının sebebi olduk. Her birinin kendi emeği, hayatı ve bazılarının
da ölümü var. Bunları bilmek, sinema sektörünün takipçileri olan kişiler için
elzem, bilmemek ise bence emeğe saygısızlık.
Sinema
âlemimizin isimsiz üçüncü adamlarından birisi olan Yadigâr Ejder’in genelde
yanlış bilinen ölümüne ve hayatına ve o hayattan da genel olarak üçüncü
adamlarımızın hayatınına değinilen bu kitap, son dönemde Türk sineması üzerine
yazılmış olan en iyi eserlerden ve Yeşilçam’ın adı dışında pek bilinmeyen bir
aktörü[4]
için ortaya konulmuş nadir çalışmalardan birisi olarak karşımızda duruyor. Eğer
bu sanatçılarımıza yeterince saygı duyuyorsak, bu tür çalışmaları da
desteklemeli ve takip etmeliyiz diye düşünüyorum.
Yadigar
Ejder’e ve sinemamızın sayısız üçüncü adamlarına selâm olsun…
[1] Tuncer, Erhan, Deligözel Bir Yadigar Ejder
Kitabı, Karakarga Yayınları, Mart 2017, İstanbul
[2] “Amerikan sinemasına” diyemiyorum zira
kanımca özenilen şey bir mantalite değil, sadece görüntü. Bundan dolayı da
taklit edilmeye çalışılan şey sinemanın kendisi değil, çıkardığı ürünler.
[3] age. sayfa 17
[4] Bu ünvanı hakettiğini düşünüyorum artık.
Yorumlar