Binbaşı Ersever'in İtirafları - Soner Yalçın
SONER YALÇIN – BİNBAŞI ERSEVER’İN İTİRAFLARI [1]
Bugünkü
kitabımız, yakın dönem tarihimizin karanlık bazı noktalarına dair bir “itiraf”
kitabı. Bu kitaptan bahsedebilmek için de yakın dönem Türkiye ve dünya tarihine
de biraz temas etmemiz gerekecek.
II.
Dünya Savaşı sonrası iki kutuplu (ABD – SSCB) hale gelen dünya, bu
kutuplaşmanın getirdiği gerginliğin de etkisiyle bir refleks olarak III. Dünya
Savaşı’na hazırlanmaya başlamıştır. Sovyetler Birliği ordularının, Nazi savaş
makinesini bozguna uğratarak Berlin’e kadar gelebilmesi ve savaş sonrası Doğu
Avrupa’ya yaptığı muazam askeri yığınak, NATO’yu yani ABD’yi farklı stratejik
çalışmalar içine sokmuştur. Hem olası bir işgal karşısında direnişi örgütlemek,
hem de Sovyet yayılmacılığına karşı faaliyetlerde bulunmak için çeşitli yeraltı
örgütleri teşkil etmişler. Bu tarz örgütlenmelere “Süper-NATO adı veriliyor.
Buradaki “süper” kelimesi, “üst” anlamında, standart NATO operasyonlarının
kapsamadığı veya yetkili olmadığı faaliyetlerde bulunduklarından dolayı verilmiş.
Kelime manasıyla da gerçekte de “NATO üstü” olan bu örgütler, legal veya
illegal şekillerde pek çok ülkede örgütlenmiştir. Burada, yasadışı kısmı da
olan ve gayet yayılmacı şekilde örgütlenmiş olan bir yapıdan bahsediyoruz.
Peki
bu örgüt nedir? “Kontrgerilla” olarak tanımlanırlar. “Kontr” kısmı “karşı”
anlamındadır. “Gerilla” kısmı ise düzensiz savaşan silahlı savaşçı
anlamındadır. Bu tarz gerilla örgütlenmelerine karşı mücadele amacıyla
kurulduğu için “karşı-gerilla” olarak tanımlanmışlardır.
Peki her şey
tamam da, eğer ülkeyi işgale karşı
savunacak ve hatta ülkeye karşı iç istihbarat faaliyetlerine karşı çalışacak
bir örgütün zararı olabilir mi? Gözden kaçırdığımız bazı noktalara burada
dikkat etmemiz gerekiyor. Öncelikli olarak bu karşı faaliyetler, ideolojik
olarak bir kampa ait (vatansever-milliyetçi cephe ya da sağ olarak
adlandırabiliriz). Sağcılar kötü insanlar anlamında değil bu tabii ki ancak
buraya sıradan sağcılar doldurulmuyor anlayacağınız üzere. Öldürmeye yatkın
kişiler katılıyor. İkinci olarak da bu örgütlerde çalışan kişiler, yerel
kuvvetler olsa dahi en tepede yer alan liderler daima okyanus ötesi güçler
(yine ABD) olduğu sürece zamanla o güçlere hizmet ettirilmeye mahkum
ediliyorlar. Kendi ülkeleri için iyi olanı Amerikalılar’ın dikte ettirdiği bir
konumdan çalışmaya başlayıp, doğrudan Amerikan çıkarlarına hizmet eder hale
getiriliyorlar.
Kitap, Şubet
1992’de Diyarbakır’da faili meçhul cinayete kurban giden Halit Güngen’in
anısına ve Soner Yalçın’ın önsözünün ardından, anlattığımız bu örgütün İtalya
kanadını ortaya çıkartan İtalyan savcı Felice Casson’un sözüyle açılıyor: “Gladio’yu
keşfettikten sonra ondan örgüt elemanlarının haricinde haberdar olan tek
kişinin kendin olduğunu bilmek, bunun neticesinde de seni her an
öldürebileceklerini düşünmek korkunç bir duygu…”
Kitabımızın
kahramanı da Jandarma Binbaşı Ahmet Cem Ersever. Ersever bu örgütün Türkiye
ayağının içinde bulunan ve şahsi iddiasına göre de JİTEM (Jandarma İstihbarat
ve Terörle Mücadele) isimli oluşumun kurucusu. Senelerce Güneydoğu’da bu
örgütün bünyesinde PKK’ya karşı kontrgerilla faaliyetleri yürütmüş ancak
örgütün içinde, herkesin kendine göre anlattığı sebeplerden ötürü (Ersever’e
göre devletin PKK’ya karşı mücadele politikasızlığı, başkalarına göre ise örgüt
içi hesaplaşmalar, çıkar çatışmaları vs.) ardından istifa edip sivil hayata
geçmiş ancak Soner Yalçın’a ve başka bazı gazetelere yaptığı açıklamaların
ardından ortadan kaybolup öldürülmüş bir isim.
Kontrgerilla
yapılanmalarınıa Soğuk Savaş sonrası ihtiyaç kalmayınca yavaş yavaş deşifre
olmaya başlamışlardır. NATO’nun üye
ülkelerinde farklı isimlerle ortaya çıkmışlardır. Türkiye’de ise henüz böyle
bir güçle hesaplaşılmadı. Ergenekon adı altında bir soruşturma ile bu işi
götürenler ise daha derin bir yapılanmayı muhafaza etmek adına mıdır bilinmez,
işi sulandıran FETÖ militanları idi.
Soner Yalçın,
kitabın adını “Binbaşı Ersever” koymak istemiş. Binbaşı Ersever
dönemini, T.C.’nin (Ersever’in jargonunda da böyle) 20. yüzyıl içindeki tarihi
evriminde ikinci aşama olarak görür. İlk aşaması işgalci emperyalizme direnen
halkın bir parçası olan Yüzbaşı Selahattin, ikinci aşaması ise işgalci
emperyalistlerle “stratejik işbirlikleri” kurmuş ve kendi halkına terör
estiren Binbaşı Ersever. Cumhuriyet tarihinin iki zıt dönemi de böylece
göze seriliyor.
Kitap, yenilir
yutulur cinsten olmayan iddialar barındırıyor. JİTEM’in ilk kurulduğu
yıllardaki amacından sonraları sapıp, mensuplarının uyuşturucu ve silah
kaçakçılığına başladığı, araçları aranmadığı için çok rahatlıkla ülkeye
istediklerini sokup çıkarmış oldukları, muhbir ve itirafçılar aracılığıyla ele
geçirip kayda almaları gerekirken hasıraltı edilen silah ve mühimmatın
kaçakçılar vasıtasıyla PKK ve peşmergeye satıldığı gibi korkunç iddialar ortaya
atılmış. Bu iddialardan bazılarını bir gazete kanalıyla ortaya atan, eski bir
JİTEM mensubu olduğu iddia edilen astsubay, Körfez Savaşı sırasında Türkiye’ye
gelen 200 bin silahın sadece 1600’ünün kayıtlı olduğunu, geri kalanların
ortadan kaybolduğunu söylüyor. Kitapta ortaya atılan vahim iddialardan bazıları
sadece bunlar.
Ersever’in
iddiaları ise farklı bir noktada. Türkiye Cumhuriyeti’nin PKK’ya ilişkin
faaliyetlerde bir stratejisi olmadığına inandığını belirtiyor. Taktik ve
stratejik açıdan bir umursamazlık ve belirsizlik ile hareket edildiğini
söylüyor. Yaklaşımların yeni, güncel hale getirilerek değiştirilmediğinden
yakınıyor. Askerin kırsaldan çekilmesinin ABD’nin Vietnam’da yaptığına çok
benzer bir hata olduğuna dikkati çekiyor. Bu hareket tarzının PKK’nın kırsalda
güçlenmesinin önünü açtığını vurguluyor. Devletin bu konudaki
vurdumduymazlığını eleştiriyor. Bingöl olayları sonrası şehit edilen erlerin
kimliğinin dahi olaydan sonra doğru düzgün tespit edilememesinin bir skandal
olduğunu belirtiyor. Siyasi çözüm önerilerine de fikri açıdan bir katkısı var. Dağda
militanlar dururken, ovada siyasi çözümün mümkün olmadığını belirtiyor.
İtirafçılara olan
yaklaşımın psikolojik olarak itirafçıyı etki altına almaya yönelik olmadığını
söylüyor. Bu adamlarn hazır yetişmiş kişiler olduklarından dolayı, PKK’ya karşı
psikolojik harekât veya rehberlik gibi faaliyetlerde kullanılabileceklerini
söylüyor. Bunun ardından da topluma kazandırılmaları gerektiğini vurguluyor.
PKK’nın ilk
kongresini 1978’de yaptığını ve devletin 1984’teki Şemdinli ve Eruh baskınları
sonrası PKK’yı ilk kez ortaya çıkan bir örgüt gibi görmesini, devletin
politikasızlığı ve umursamazlığına bir örnek olarak veriyor. Hatta durum olarak
komik ancak bu işin ciddiye alınması seviyesinin ne kadar aşağıda olduğunu
dönem için göstermesi bakımından trajik bir örnek aktarıyor. PKK’nın o
dönemdeki üst düzey üç idarecisi adına kimlik hazırlayıp aynı kontrol
noktasından üç kere bu kimlikleri kullanarak geçiyor. Daha sonrasında asker
üniformasıyla gelip “Şu şu kişiler buradan geçmiş” diye askerlere sorunca “Öyle
bir şey olamaz” cevabını alıyor. Kayıt defterınde de bu kişilerin adını bulunca
iş üst komuta kademesine kadar intikal ediyor. Bir generalin kendisine bu
konuda ne yapacaklarını sormasından sonra da durumu kendisine açıklayıp “Siz ne
yaptığınızdan habersizsiniz” diyerek kendisine serzenişte bulunuyor.
Elbette ki
Ersever, ne kadar bilgi verse de işi tek taraflı aktarıyor. Kendisine dair
özeleştiri olarak pek bir şey ortaya koymuyor. Hakkındaki iddiaları yalanlayıcı
delilleri yok. Bunlardan dolayı da kitabın objektif olmadığını bilmeniz
gerekiyor. Ancak binbaşının iddialarından anlaşılıyor ki bölgede PKK’ya karşı
kurulan teşkilatlarda yozlaşma yaygın bir durum. Kitabın özeti budur.
Kuşkusuz en
vurucu kısmı ise “Ne Dediler” başlıklı bölüm. Burada Demirel, Ecevit vs. pek
çok siyasi kişiliğin kontrgerilla meselesindeki çarklarını okumak, eğer bu
elimdeki metin bir kurgu olsaydı komik bir sahne olabilirdi.
Yazar ile ilk
tanışmam, Teşkilatın İki Silahşörü adındaki eseri idi. Okuması rahat ve fena
değildi. Kalemi, anlatımı güçlü bir yazarımız zaten kendisi. Hep böyle kalsın.
Bu kitabı, her
Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının okuması gerektiğini düşünüyorum. Her ne kadar
tarihiyle övünen insanlar da olsak, tarihimizi bilmiyoruz. Gerçi kitapta da
yazdığı üzere, bu kitap bir kontrgerilla tarihi değil ancak yine de okuyun,
okutun…
Yorumlar