Neil Gaiman - Amerikan Tanrıları
NEIL
GAIMAN – AMERİKAN TANRILARI(1)
Gölge’nin,
tahliyesinden sonra yolunun kesiştiği Bay Çarşamba (aslı isminde saklı) isimli
gizi bol bir adam ile çıktığı, bir nevi yarı yol yarı fantezi kitabı
denilebilir. Bu kitaba başlangıcım çok olmadı ancak bitişi kolay oldu.
Dizisinin de başlamasının verdiği bir gazla olsa gerek, iki haftadan kısa bir
süre içerisinde, ağır diyebileceğim bir tempoyla okuyup bitirdim. Yedi yüz
sayfa sizleri korkutmasın yani. Kolay akıyor, bunu başta söylemeliyim.
Gölge
ve Bay Çarşamba’nın (daha çok Gölge’nin) bu yolculuğu bizleri Birleşik
Devletler’in çeşitli yerlerine ve dışarısına (hatta farklı boyutlara) kadar
taşıyor. Genel itibariyle konusundan bahsedecek olursak, Amerikan Tanrıları’nın
bulunduğu evren, bizimkine çok benzeyen, ancak imgelere duyulan inancın, o
imgeleri somutlaştırabildiği bir varoluş yapısına sahip. Eskiden beri inanılan
tanrıların hepsi, somutlaşmış ancak zamanla kendilerine sunulan adaklar durunca
ve unutulunca ya yok olmuş ya da kuvvetten düşüp sıradan insanlar gibi –ancak özünde
çok farklı- bir şekilde hayatlarını sürdürmeye devam etmiş varlıklar olarak
karşımıza çıkıyor. Elbette onların yerini alan yeni “tanrılar” da bu evrenin
bir parçası. Ancak bu iki grubun arası
huzurlu değil elbette. Tahliyesinin ardından evine doğru yola çıkan Gölge’nin
yolu, bu iki gruptan ilki ile bağlantılı olan gizemli Bay Çarşamba ile
kesişiyor ve zamanla kızışan ve bir nihai savaşa doğru giden bu mücadelede
birlikte yol almaya başlıyorlar. Yolları da pek çok eski tanrı ve varlık
(Afrika’dan Anansi, Slav inanışlarından Czernobog, Mısır tanrıları Thoth,
Anubis, Horus, Paskalya Bayramı’nın kaynağı Eostre ve bunların yanı sıra bir
leprikon ve ifrit) yanında, onların yerini de almış pek çok yeni varlık (Teknik
Çocuk, Medya, Bay Dünya, Şapkalılar vb.) ile kesişiyor. Bu iki grup arasında,
adı konulmamış bir saldırmazlık paktı bulunsa da, Çarşamba, bu durumun geçici
olduğunu ve yeni tanrıların, eskileri ezmek için eninde sonunda harekete
geçeceğini düşündüğünden, bir nevi ordu kurma derdine düşmüş durumdadır.
Bu
roman, adını çok duyduğum Neil Gaiman’ın, Sandman çizgi roman serisinden sonra
okuduğum ilk eseri ve okuduğum ilk romanı. Bu tür eserlerin dili ile ilgili
yorum yaparken, korku dalında Poe gibi bir ustadan, Lovecraft gibi onun
yolundan giden bir başka kalemden ya da Tolkien gibi bir fantastik üstadından
bahsetmiyorsak, pek dile bakamıyorum. Elbette dili bozuk demek değildir bu
ancak bir Dostoyevski, Hugo ya da Cervantes tadı yoktur bu eserlerde. Farklı
bir tat için okunur. Kimse tatlı ihtiyacını gidermek için ekmek yemez. Böyle
yaklaşmak ve düşünmek gerektiğine inanıyorum. Fantezi, bilimkurgu ve bunlarla
bağlantılı türden eserlere dil değil de konu bağlamında yaklaşmak gerekir. Çünkü
bu eserlerde kitabı okutan ve okuru sonraki sayfaya geçiren şey, esasen
konudur. Gerçi bu hemen hemen her düz yazı türü için geçerlidir gerçi ama bu
türlerde daha da belirginleştiğine inanıyorum. Bu sebeple de dili üzerinde çok
duramıyorum ancak şunu belirteyim ki okumaya engel teşkil etmiyor. Okurken,
uzun ve kafa karıştırıcı cümleler görmedim. Anlatımı yalın ve netti. Asıl dilinden
okumadım ancak çevirisi iyi yapılmış diyebilirim kısacası. Dil açısından
sorunlu bir eser değil ancak asıl dilinde okuyup buna kesin karar vermek lazım
geliyor. Kullanılan teknikler olarak da, zaman zaman bu tarz fantastik
eserlerde rastladığımız –ve hoşumuza da giden- senaryodaki keskin viraj ve
sürprizler ile geri dönüş teknikleri romanda yer etmiş.
Fantezi
türünün kendine has bir çekiciliği var. Bir Suç ve Ceza’yı, Notre
Dame’ın Kamburu’nu ya da Don Kişot’u okuyup bitirdiğinizde içinizde
beliren o boşluk hissi, bir Yüzüklerin Efendisi serisinden sonra ya da Hobbit
bitince, daha da belirgin oluyor. Gerçi bu durum Lovecraft’ta –iyi ki de- yok zira
akıldışı benzetmeleriyle kitabı okuyup bitirince “İyi ki gerçek değil bu” diye
söylenip hemen kaldırıyorsunuz. Öyle bir burukluk, boşluk oluşuyorsa da gidip
bir psikoloğa görünelim. (Yine de kendini tekrar okutturuyor ki halimize
şükredelim) Amerikan Tanrıları bittiğinde ise, sanki yazar bunu yaratmak
istemiş de yaratamamış gibi, kısmi bir burukluk, iç ezikliği ya da boşluk diye
tabir edebileceğim o his oluşuyor. Tam oluşmuyor da kısmen bir şeyler
hissediyorsunuz.
Konunun
eksik kalan yanları var mıdır? Okurken, “Şunlara da değinse ya” dediğimiz
kısımlar hissediliyor mu? Evet. Ancak bunların daha çok, fantezinin genelde bir
“seri edebiyatı” olduğu öndüşüncesiyle ortaya çıkan fikirler olduğuna
inanıyorum. Gaiman’ın bu eseri, 2 veya 3. kitabı olmayan bir eser. Gerçi sonradan
bir Amerikan Tanrıları 2 için çalışmaya başlamış sanıyorum ancak ondan
bir ses seda yok. Gölge karakterini barındıran iki farklı hikaye de yazılmış. Ayrıca
Anansi karakterini barındıran, Gaiman’ın Anansi Çocukları isimli bir
kitabı da var ancak aynı evrende geçip geçmediği meçhul. Terry Pratchett’in Küçük
Tanrılar romanında da benzer bir tanrıların orijini konsepti var ancak
Gaiman, romanı okumadığını, ancak Pratchett ile benzer dünya görüşleri olduğunu
söylemiş. Bu ikilinin, bu romandaki bazı yerler için yardımlaştığını da
biliyoruz yani pek de bir intihallik durum yok gibi görünüyor.
Gölge’nin
para numaralarını özleyecek miyim? Sanıyorum. Okumasam bir şeyler eksik kalır
mıydı? Belki kalmazdı ama çok da güzel ve keyifli vakit geçirdim bu kitap ile.
Okuyun,
okutun…
Dipnotlar
(1) Gaiman, Neil – Amerikan Tanrıları,
Çeviren: Niran Elçi, İthaki Yayınları, 2. Baskı Ocak 2017 İstanbul
Yorumlar